Mayıs ayının sonlarında, 50 yıllık 5 yatılı okul arkadaşıyla birlikte İskoçya'yı tanımak ve viski tadımında bulunmak için THY'la Edinburgh'a uçtuk.
Waverley tren istasyonunun bulunduğu son duraktan otelimize yürüyerek gittik. Edinburgh, adeta lego görünümünde tarihi bir şehir. Eski ve yeni diye iki bölüme ayrılmış durumda. Yürüyerek şehrin ana merkezini ve kayalar üzerindeki kalesini rahatlıkla gezebilirsiniz.
Otelimize yerleştikte sonra şehrin ana alışveriş caddesi Princes Street'e paralel pubların yoğun olduğu Rose Street'i gezip Standing Order Bar'a gittik. Barda taze kuzey denizi Huddog balığından yapılmış fish & chips yiyip yerel biraların tadına baktık. Cuma akşamı olduğu için bir çok pub ve restoranda yer bulamadık. Free Sport Bar'da yer bulamadığımız ama beğendiğimiz birisiydi..
1.Gün
Günlük 410 pound'a kiraladığımız araba ve rehberle batı ve kuzeye Highland'a göller bölgesine doğru yola çıktık. Bu tür
rehberli kiralık arabalar yaygın durumda ve gideceklere şiddetle tavsiye edilir. İlk durağımız 1314 yılında İskoçların güçlü İngilizleri yendikleri Bennockburn tepesi oldu. Bir anıtla savaşın kazanıldığı yeri ölümsüzleştirmişler.
Stirling Kalesi girişi |
William Wallace anıtı |
Stirling'den tek şeritli yol kuzeybatıya doğru virajlarla Highland'a doğru yükselmeye başladı. Ormanlarla kaplı yeşilin her tonunun olduğu yollarda yürüyen ve bisiklet binen insanlar dikkatimizi çekti. Birkaç
günlüğüne bisikletle ve yürüyerek bu parkurun tadını çıkartanlar mevcuttu. Kuzeye devam eden 150 millik yolda günlerce yürüyerek bisiklete binerek spor yapanların yanında, göllerde beline kadar suya girmiş balık avlayan insanları gördük.
Loch Vennachar |
Gelinin bekarlığa veda partisinde cadılar |
İlginç bir inek |
Loch Lemond |
Viski yapımı
1833'de kurulan Glengoyne distillery, İskoçya'daki 102 üreticilerden ailelerin sahip olduğu son 14 distillery'den birisiymiş. Distillery'leri gezmek ve bir şat tadım yapmak 7-10 paund arasında değişiyor.
Viski yapımında arpa, maya ve su en önemli üç element. Bunların içinde en önemlisi ise kaynak suyudur. İskoçya bu açıdan önemli bir avantaja sahiptir.1 litre viski elde edebilmek için yaklaşık 100 litre suya gerek olduğu düşünüldüğünde saf ve bol kaynak suyunun önemi ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle distillery'ler göllerden beslenen akarsuların kenarında yapılmış.
Tek bir distellery'de yapılan viski'ye "single malt", benzer birkaç üretimin karıştırılarak elde edilene de "Blend" deniyor. Distillery'de üretilen viski'ler liman şehirlerinde şişelenip ihraç ediliyor. Hatta bazı dünya çapında ve Türkiye'de de tanınmış viski firmaları hiç üretim yapmadan şişeleyip satıyormuş. (Chivas Reagal ve J&B) Büyük Britanya'nın doğu ile batısının en dar olduğu yerde, doğuda Edinburgh, batıda Glasgow limanları bulunuyor.
İskoç viski'leri iki kez, İrlanda üç kez damıtılırken (distille),Amerikan burbon ise bir kez damıtılıyormuş. Single malt İskoç whiskey'leri buharlaşan kokusunu burundan daha iyi alıp tadabilmek için şarap bardağına benzer altı geniş üste doğru daralan bardak kullanılması tavsiye ediliyor.
Nemlendirilip filizlendirilen arpalardan malt yapıldığı gibi hazır da alınabiliyor.. 3-4 günde Malt haline gelen arpa kurutulmaya bırakılıyor. Kurutma sırasında İskoçya'nın batısında Islay adasında törf (peat) (yer altından çıkarılan bitki kömürü) ile is kokusuna kavuşuyor. Diğer bölgelerde ise is kokusu yok veya çok daha az bulunuyor.
Kurutulan 4 ton malt üç ayrı seferde yavaş yavaş 19 ton su ve 50kg maya ilave edilerek 7 saatte 86 celsius dereceye kadar ısıtılıyor. Şekerlenen su(wort) alınıp arpa hayvan yemi olarak satılıyor
Kurutulan 4 ton malt üç ayrı seferde yavaş yavaş 19 ton su ve 50kg maya ilave edilerek 7 saatte 86 celsius dereceye kadar ısıtılıyor. Şekerlenen su(wort) alınıp arpa hayvan yemi olarak satılıyor
Yaklaşık 19 ton şekerli su alınıp (wort) 50kg. maya ile alkole dönmesi sağlanıyor. %9 oranında alkole dönen sıvı biraya çok benziyor.
Fermantasyonu biten %9 alkollü sıvı damıtılmaya gönderiliyor. Birinci damıtılmada, ısıtılıp buharlaştırıldıktan sonra tekrar soğutularak sıvılaştırılıp alkol oranı %25' e, ikinci damıtmada ise yaklaşık %73 yükseltiliyor. 19 ton şekerli su (wort) tan ancak 1,5 ton yaşı olmayan ham viski (%63,5 alkollü) üretiliyor.
Üretilen viski, İskoçya yasalarına göre en az 3 yıl meşe fıçılarda bekletildikten sonra şişeleniyor. Ancak meşe fıçılarda her yıl %2-3 civarında viski buharlaşıp "Angle's share" (meleklerin hakkı) olarak yok oluyor. Yıllarca fıçılarda beklediği düşünüldüğünde önemli miktarda viski'nin buharlaştığı anlaşılmaktadır.
Viski yapımında meşe fıçı (oak casks) ayrı bir değer ifade ediyor. Şu anda İskoçya'ya 2 tür fıçı ithal edilmektedir. Birincisi İspanya'da içinde 2 yıl sherry beklemiş olanlar ve Amerika'dan 2 yıl burbon beklemiş olanlar. Burbon beklemiş fıçıların viski'leri vanilya kokusu hakim olanlardır. Bunların dışında tatlı Porto şarap, rom, maderia ve konyak dolu olanlarda kullanılıyormuş.
Bir fıçı en fazla 75 yıl kullanılabiliyor. Hava ve tahta ile daha önce içindeki maddenin aroması, içine konulan viski'ye geçtiği için kullanılan fıçılara zaman sınırlaması konuluyormuş.
Şişeleme sırasında fıçılar birbirlerine karıştırılmadan içine su ilave ederek %63,5 alkol %43'lere düşürülüyor. Soğuk olan İskoçya'da viski'ye buz değil biraz su ilave ederek aromasının daha fazla ortaya çıkmasını tercih ettiklerini öğrendim.
İskoç Viski'lerinde sadece arpa kullanılırken Amerikan olanlarda çavdar,mısır, buğday kullanılabiliyor.
Bayan İskoç rehberimize bir arkadaşımız;
"Do you drink whiskey as aperitif or digestive" diye sorunca
"Scottish people are not that civilized" diye cevap verdiğini hiç unutamayacağım. (Viskiyi yemekten öncemi sonra mı içersiniz diye soran arkadaşa, İskoçlar o kadar medeni değil cevabın aldık.)
Glasgow
Glengoyne distillery'den dönerken Glasgow üzerinden dönmeyi seçtik. Aldığımız izlenim liman şehri olarak zengin ve fakir ayrımının görülebildiği bir işçi şehriydi. Tarihsel ve doğal cazibesi olmayan şehirde güzel pubları olduğunu öğrenmemize karşın zaman harcamamayı kararlaştırdık.
Katolik Celtic takımının pubları yeşil, protestan Glasgow Rangers'inkiler mavi renkteydi. İki ezeli rakibin Glasgow Rangers'ın küme düşmesinden sonra futbolda karşılaşamaması din duygularının zayıf olduğu İskoçya'da üzüntü ile karşılanmış.
Bölgede bol miktardaki kömür üretiminin 1980 deki Başbakan Mrs Thatcher tarafından özelleştirilmesinden sonra kapanması şehri yoksullaştırmış. Nitekim Edinburgh yolunda da kapanmış maden alanlarını gözlemleyebildik.
Akşam otele döndüğümüzde yorulduğumuzu anlamıştık. Aldığımız viskilerin tadına bakarken dibini bulduk.
2.Gün
Sabah erkenden kiraladığımız rehberli araba ile kuzeye doğru hareket ettik. Demiryolu için yapılmış demir köprünün yanındaki köprüden körfez(delta) geçerek ilk durağımız olacak Aberfeldy'deki Dewars distilery'e doğru yola çıktık.
Yol boyu yeşil ovalar ve tarlalar ile çimenlerde otlayan koyunlar ve inekler gördük. Bölgede arpa,, kanola çilek en fazla dikkatimizi çekti. En ilginci geyik çıkabilir tabelaları oldu. İskoçya'da doğal hayatta dengeyi sağlayacak hayvan yapısı olmadığı için son yıllarda Amerika'dan getirilen geyiklerin sayısı çok artmış.
Rehberimizin ifadesine göre İskoçya'da insan hayatını tehdit edecek hiçbir vahşi hayvan bulunmuyormuş. (Arsan,kaplan,Yılan, çiyan,kurt vb.gibi) Bu nedenle bazı hayvanları sayısal fazlalığı doğal dengeyi bozacağı endişesi taşıdıklarına tanık olduk.
Perth'i geçip Aberfeldy kasabasında Dewars distillery'e gittik. Üretim yapımını gezmeden satış ofisinde tadım yapıp whiskey'lerimizi aldık. Aber İskoç dilinde dere ağzı anlamına geliyormuş.
Aberfeldy'den devamla Pitlochry köyüne vardık. Geç öğlen olduğu için Blair Athol Distillery uğramadan 1695'den beri açık Moulin Inn otel ve Pub'da yemek için durduk. Otantik pub'un özel birası eşliğinde yolda gördüğümüz hayvanlardan yapılma nefis Angus burger ile kuzu incik yedik. Ortamın güzelliğinden saat 15.30 doğru yemekten kalkabildik.
Hedefimiz Famous Grouse viski markasıyla bilinen Glenturret Distilery'i ziyaret etmekti.Grouse İskoçya'da Mart - Ağustos ayları arasında var olan tavuğa benzer bir yerel kuş. Glen İskoç dilinde dar vadi anlamında kullanılıyormuş.
Distilery'e ilk girişte Grouse heykeli sizi karşılıyor. İskoçya'da en çok tüketilen viski imiş. Ayrıca Maccallan ve Highlandpark diğer markaları. Distilery suyunu Turret gölünden temin ediyormuş.
Tadımımızı yaptıktan sonra viki'lerimizi alırken şans eseri o güne özgü yapılan İskoç müziği eşliğinde dans edenleri izledik.
Glamis Castle'in son turunu yakalayabilmek için acilen yola koyulduk. Bahçesi ve binasıyla görkemli kale olan Glamis'in bir kısmında şu anda Earl ailesi yaşıyor. Kraliçe Elizabeth'in doğup yaşadığı kale(şato ev) eşyaları ve bahçesi ile gezilmeye değer bir yerdi.
Geldiğimiz yolun aksine Dundee üzerinden Edinburgh'a döndük. O pazar yapılan uluslararası maraton nedeniyle Edinburgh'tan dönenlerin trafiği oldukça yoğundu. Körfezi köprüden geçerken demir köprüyü fotoğraflayabilmek için kıyıya indi. Kuzey denizinin gel git'inin ne kadar fazla olduğunu da bu arada gördük.
Otelimize döndüğümüzde saat 20,30 olmuştu. Yorulmuştuk. Duş alıp hemen yakındaki bir puba gidip bol peat(is) kokulu Talisker whiskey'mizi içtik. Lokanta ve publarda bir şey yemek için geç kaldığımızdan otele dönüp orada aldığımız viskileri içip yemek yiyerek geç saatlere kadar günün yorumunu yaptık.
Üretilen viski, İskoçya yasalarına göre en az 3 yıl meşe fıçılarda bekletildikten sonra şişeleniyor. Ancak meşe fıçılarda her yıl %2-3 civarında viski buharlaşıp "Angle's share" (meleklerin hakkı) olarak yok oluyor. Yıllarca fıçılarda beklediği düşünüldüğünde önemli miktarda viski'nin buharlaştığı anlaşılmaktadır.
Viski yapımında meşe fıçı (oak casks) ayrı bir değer ifade ediyor. Şu anda İskoçya'ya 2 tür fıçı ithal edilmektedir. Birincisi İspanya'da içinde 2 yıl sherry beklemiş olanlar ve Amerika'dan 2 yıl burbon beklemiş olanlar. Burbon beklemiş fıçıların viski'leri vanilya kokusu hakim olanlardır. Bunların dışında tatlı Porto şarap, rom, maderia ve konyak dolu olanlarda kullanılıyormuş.
Bir fıçı en fazla 75 yıl kullanılabiliyor. Hava ve tahta ile daha önce içindeki maddenin aroması, içine konulan viski'ye geçtiği için kullanılan fıçılara zaman sınırlaması konuluyormuş.
Şişeleme sırasında fıçılar birbirlerine karıştırılmadan içine su ilave ederek %63,5 alkol %43'lere düşürülüyor. Soğuk olan İskoçya'da viski'ye buz değil biraz su ilave ederek aromasının daha fazla ortaya çıkmasını tercih ettiklerini öğrendim.
İskoç Viski'lerinde sadece arpa kullanılırken Amerikan olanlarda çavdar,mısır, buğday kullanılabiliyor.
Bayan İskoç rehberimize bir arkadaşımız;
"Do you drink whiskey as aperitif or digestive" diye sorunca
"Scottish people are not that civilized" diye cevap verdiğini hiç unutamayacağım. (Viskiyi yemekten öncemi sonra mı içersiniz diye soran arkadaşa, İskoçlar o kadar medeni değil cevabın aldık.)
Glasgow
Glengoyne distillery'den dönerken Glasgow üzerinden dönmeyi seçtik. Aldığımız izlenim liman şehri olarak zengin ve fakir ayrımının görülebildiği bir işçi şehriydi. Tarihsel ve doğal cazibesi olmayan şehirde güzel pubları olduğunu öğrenmemize karşın zaman harcamamayı kararlaştırdık.
Katolik Celtic takımının pubları yeşil, protestan Glasgow Rangers'inkiler mavi renkteydi. İki ezeli rakibin Glasgow Rangers'ın küme düşmesinden sonra futbolda karşılaşamaması din duygularının zayıf olduğu İskoçya'da üzüntü ile karşılanmış.
Bölgede bol miktardaki kömür üretiminin 1980 deki Başbakan Mrs Thatcher tarafından özelleştirilmesinden sonra kapanması şehri yoksullaştırmış. Nitekim Edinburgh yolunda da kapanmış maden alanlarını gözlemleyebildik.
Akşam otele döndüğümüzde yorulduğumuzu anlamıştık. Aldığımız viskilerin tadına bakarken dibini bulduk.
2.Gün
Sabah erkenden kiraladığımız rehberli araba ile kuzeye doğru hareket ettik. Demiryolu için yapılmış demir köprünün yanındaki köprüden körfez(delta) geçerek ilk durağımız olacak Aberfeldy'deki Dewars distilery'e doğru yola çıktık.
Dewar's distillery |
Çayırlardaki koyun ve kuzular |
Yol boyu yeşil ovalar ve tarlalar ile çimenlerde otlayan koyunlar ve inekler gördük. Bölgede arpa,, kanola çilek en fazla dikkatimizi çekti. En ilginci geyik çıkabilir tabelaları oldu. İskoçya'da doğal hayatta dengeyi sağlayacak hayvan yapısı olmadığı için son yıllarda Amerika'dan getirilen geyiklerin sayısı çok artmış.
Rehberimizin ifadesine göre İskoçya'da insan hayatını tehdit edecek hiçbir vahşi hayvan bulunmuyormuş. (Arsan,kaplan,Yılan, çiyan,kurt vb.gibi) Bu nedenle bazı hayvanları sayısal fazlalığı doğal dengeyi bozacağı endişesi taşıdıklarına tanık olduk.
Perth'i geçip Aberfeldy kasabasında Dewars distillery'e gittik. Üretim yapımını gezmeden satış ofisinde tadım yapıp whiskey'lerimizi aldık. Aber İskoç dilinde dere ağzı anlamına geliyormuş.
Distillery |
Aberfeldy'den devamla Pitlochry köyüne vardık. Geç öğlen olduğu için Blair Athol Distillery uğramadan 1695'den beri açık Moulin Inn otel ve Pub'da yemek için durduk. Otantik pub'un özel birası eşliğinde yolda gördüğümüz hayvanlardan yapılma nefis Angus burger ile kuzu incik yedik. Ortamın güzelliğinden saat 15.30 doğru yemekten kalkabildik.
Hedefimiz Famous Grouse viski markasıyla bilinen Glenturret Distilery'i ziyaret etmekti.Grouse İskoçya'da Mart - Ağustos ayları arasında var olan tavuğa benzer bir yerel kuş. Glen İskoç dilinde dar vadi anlamında kullanılıyormuş.
Distilery'e ilk girişte Grouse heykeli sizi karşılıyor. İskoçya'da en çok tüketilen viski imiş. Ayrıca Maccallan ve Highlandpark diğer markaları. Distilery suyunu Turret gölünden temin ediyormuş.
Tadımımızı yaptıktan sonra viki'lerimizi alırken şans eseri o güne özgü yapılan İskoç müziği eşliğinde dans edenleri izledik.
Glamis Kalesi |
Glamis Castle'in son turunu yakalayabilmek için acilen yola koyulduk. Bahçesi ve binasıyla görkemli kale olan Glamis'in bir kısmında şu anda Earl ailesi yaşıyor. Kraliçe Elizabeth'in doğup yaşadığı kale(şato ev) eşyaları ve bahçesi ile gezilmeye değer bir yerdi.
Geldiğimiz yolun aksine Dundee üzerinden Edinburgh'a döndük. O pazar yapılan uluslararası maraton nedeniyle Edinburgh'tan dönenlerin trafiği oldukça yoğundu. Körfezi köprüden geçerken demir köprüyü fotoğraflayabilmek için kıyıya indi. Kuzey denizinin gel git'inin ne kadar fazla olduğunu da bu arada gördük.
Demir köprü |
Otelimize döndüğümüzde saat 20,30 olmuştu. Yorulmuştuk. Duş alıp hemen yakındaki bir puba gidip bol peat(is) kokulu Talisker whiskey'mizi içtik. Lokanta ve publarda bir şey yemek için geç kaldığımızdan otele dönüp orada aldığımız viskileri içip yemek yiyerek geç saatlere kadar günün yorumunu yaptık.
Edinburgh
Edinburgh Kalesi |
Kale içi |
Edinburg kalesinde 13.00'deki top atışı |
Kalenin toplarından biri |
Kalenin kapısından aşağıdaki vadiye doğru şehir büyüdükçe surlarda genişlemiş. Güvenlik nedeniyle surların içinde kalmaya çalışan şehir nüfusu çoğaldıkça dikey olarak aşağıdan yukarıya doğru katlar halinde yükselmeye başlamış. Kaleden yaklaşık 1 mil kadar uzakta "Holyrood Palace" diye bilinen İngiliz kraliyet sarayı yapılınca, bağlantı evlerin çatıları kaldırıp üstlerine "Royal Mile" denilen yol yapılarak sağlanmış. Royal Mile üzerine de bina yapılınca yukarıdaki caddeden yan taraflara aşağıya doğru inen dar geçitler (Close) yapılarak aşağıda tek odalık evlerde 3 kat üst üste yaşayanların gökyüzü ile irtibatı sağlanmış.
Bugün Royal Mile'da aşağıya Holyrood Palace'a doğru yürürseniz solda çeşitli isimlerde geçitleri görebilirsiniz. Bu geçitlerde yaşayanlar dışkılarını kovaya koyduktan sonra yukarıdan aşağıya geçide dökerlermiş. Eğimli geçitlerden de pislikler aşağıdaki göle karışırmış. Geçitlerin altındaki göl su ihtiyacını giderirken dışkılarla da kirlenmeye devam etmiş.
Bu geçitleri ve o dönem ki yaşamı anlayabilmek için "Mary King Close" içindeki dükkandan 12 pound'a tur alabilirsiniz. Tur, teatral yaklaşımla o dönemi ve meşhur cadıları anlatmakta.
Kalenin içi |
Royal Mile caddesinden aşağıya inen geçitlerden biri |
Bu geçitleri ve o dönem ki yaşamı anlayabilmek için "Mary King Close" içindeki dükkandan 12 pound'a tur alabilirsiniz. Tur, teatral yaklaşımla o dönemi ve meşhur cadıları anlatmakta.
Edinburgh'da tek odalı 3 katlı evlerde hayvanlarla birlikte yaşayan insanlar sadece geçitlerin üst tarafından ışık alabilmekteydi. Sürekli yağmur yağan ve kapalı havası olan Edinburg'da bu geçitlere bakan evlerde yaşayanlar çok az gün ışığı alabilmişler. Üs katlara dışarıdan güvensiz merdivenlerle çıkılabiliyormuş. Ayrıca kovalara yapılan insan dışkıları pencerelerden geçide dökülüyormuş. Olumsuz hijyenik koşullar nedeniyle 17.yy.da veba hızla yayılmış ve şehrin nüfusunun üçte birini yok etmiş.
Bugün güzel bir yürüyüş yolu olan Royal Mile'ın trafiğe kapalı bölümünde çeşitli sokak gösterilerini izleyebilir ve mağazalardan alış veriş yapabilirsiniz.
Biz zamanımızın yetersizliği ve tercihlerimiz nedeniyle Kraliçe sarayını ve Kraliyet Müzesini gezemedik. Arzu edenler yeraltında gece hayalet ve cadı turu da yapabilirler. Edinburh'da İşçi partili başbakan Tony Blair'in mezun olduğu Fettes College önemli bir özel lise.
İskoçya'ya gideceklerin ilk tereddüdü yağmur ve soğuk oluyor. Ancak gerek yağmur gerekse soğuğun Mayıs ayından itibaren Eylüle kadar ılımlı olduğunu belirtmeliyim. Yağmur bizim alışık olduğumuz gibi yoğun ve fırtına halinde yağmıyor. Ancak kaban ve şemsiye alınması gerekiyor.
Edinburgh'da her yıl Ağustos ayında 3 hafta süren müzik, tiyatro, opera ve dans festivalinde ayrı bir öneme sahipmiş. Ayrıca yapılan festivalde "Military Tattoo" Askeri gayda takımının gösterisinin çok görkemli olduğu söyleniyor. Ancak kişi başı fiyatların 25-60 paund arasında olduğunu belirtmeliyim.
Son gün akşamüzeri kalkacak uçağımıza gitmeden sabah alışveriş için Princes Street'te zaman geçirdik. İskoçya gezimiz viski yapımını öğrenmek ve tatmak, yeşil doğayı görmek, tarihini öğrenmek açısından tadı damağımızda kalarak bitti.
Biz zamanımızın yetersizliği ve tercihlerimiz nedeniyle Kraliçe sarayını ve Kraliyet Müzesini gezemedik. Arzu edenler yeraltında gece hayalet ve cadı turu da yapabilirler. Edinburh'da İşçi partili başbakan Tony Blair'in mezun olduğu Fettes College önemli bir özel lise.
İskoçya'ya gideceklerin ilk tereddüdü yağmur ve soğuk oluyor. Ancak gerek yağmur gerekse soğuğun Mayıs ayından itibaren Eylüle kadar ılımlı olduğunu belirtmeliyim. Yağmur bizim alışık olduğumuz gibi yoğun ve fırtına halinde yağmıyor. Ancak kaban ve şemsiye alınması gerekiyor.
Edinburgh'da her yıl Ağustos ayında 3 hafta süren müzik, tiyatro, opera ve dans festivalinde ayrı bir öneme sahipmiş. Ayrıca yapılan festivalde "Military Tattoo" Askeri gayda takımının gösterisinin çok görkemli olduğu söyleniyor. Ancak kişi başı fiyatların 25-60 paund arasında olduğunu belirtmeliyim.
Son gün akşamüzeri kalkacak uçağımıza gitmeden sabah alışveriş için Princes Street'te zaman geçirdik. İskoçya gezimiz viski yapımını öğrenmek ve tatmak, yeşil doğayı görmek, tarihini öğrenmek açısından tadı damağımızda kalarak bitti.
gerçekten iskoçya denince bende oluşan kasveti yazınızı okuyunca daha net hissettim. planladığım gibi umarım 50li yaşlardan belki de daha sonra gezme fırsatı bulurum :)
YanıtlayınSil